KIYAMETİ SUĞRA! 1855 BURSA DEPREMİ NEDİR?
YAZI İŞLERİ, 27 Ocak 2025 Pazartesi, 16:55Nilüfer'de meydana gelen son depremin ve uyarıların ardından, Bursalılar 1855 yılındaki Bursa depremini getirdi.
İŞTE 1855 YILINDA YAŞANAN KÜÇÜK KIYAMETİN HİKAYESİ
Mart ayının biri ve günlerden Çarşamba idi. Yine horozların her haneden yükselen ötüşlerinin ardından sabah ezanlarının çağrısıyla insanlar sıcak yataklarından çıkıp camilere doldular. Namaz sonrası cemaat, yine ayaküstü sohbetler etti. Yaşlılar evlerine gittiler, Esnaf ve sanatkârlar mağazalarını açtılar. Sürüler, çobanları başlarında, itleri yanında, eşeklerin birbirlerine seslenişlerinin eşliğinde; keşiş dağının eteklerine doğru otlamaya, yola çıktılar. Müderrisler; mollalar, çocuklar, gençler derslerine gittiler. Atına, katırına binmiş bağbanlar ve bostancılar, yakın bahçelerine doğru yola koyuldular.
Güneş o hayran bırakan dakikliği ve düzeniyle, sükûnetle yükselip ovaya ağmaya devam ediyordu ki... Saat dokuzda, yıllarca "Kıyamet-i Suğra" olarak anılanacak olan ve gerçekte bir dakika süren; lakin yaşayanlara çok çok uzun gelen zelzele başladı. Deprem önce güneyden kuzeye doğru birkaç saniye sürdü; sonra korkunç bir uğultu ile gök gürültüsü gibi aksederek, yaklaşık kırk saniye şiddede devam etti ve muhtelif sarsıntılarla sona erdi, gürültülerle, âh u efganlarla şehirdeki halk paniğe kapılarak kaçıştı.İstanbul'da dahi hissedilmiş sarsıntılar.
Sarsıntılardan sonra; halk, korku ve dehşete kapılarak avlulara, bahçelere ve meydanlara toplandı. Büyük panik geçtikten sonra kadın ve çocuklar ağlıyor ve dua ediyorlardı. Erkekler, koşarak evlerine gittiler. Herkes dağılmıştı. Deprem sırasında depremin gürültüsünün yanında dağlardan kopan kayaların uğultusu, yıkılan evlerin, büyük ve meşhur binaların, camilerin, hamamların, hanların, depoların, minarelerin korkunç gürültüsü duyuldu.
Şehrin her yerinde ve bilhassa Altıparmak'ta, Hisar dibindeki Rumların, Balıkpazarı Mahallesi'nde epeyce ölüm oldu. Çünkü dağlık burundan muazzam bir kaya parçası, erkek işçilerle birlikte, otuzdan fazla kadın ve kızın da çalıştığı, ipek fabrikasının üzerine yuvarlandı. Kazanın patlamasıyla bina tutuştu. Enkaz altında sağ kalanların bağırış ve figanları yükseliyordu.
Bu korkunç felaketi yaşayanlar ve ölüleri görenler, hıçkırıklara boğularak ağlıyordu. Kurbanların yardımına yetişmeye çalışılıyor fakat muvaffak olunamıyordu. Dağdan daha büyük bir kaya parçası koptuğundan, her an aşağı düşme tehlikesi vardı. Kimse yaklaşmaya cesaret edemiyordu. Nihayet ateş binayı ve içindekileri yuttu ve çığlıklar sona erdi. Hisariçi genelinde büyük bir tahribat olmadı. Birçok insan köhne evlerin ve sair binaların kalıntılarının altından çıkarılıp kurtarıldılar. Daha sonra şehrin yaraları sarılmaya çalışıldı. Aileler uzun zaman çadırlarda kaldı. Halk arasında korku ve endişe henüz tamamen geçmemesine rağmen, bir ay sonra herkes meskenlerine dönerek; ev, çarşı ve fabrikadaki şahsi işleriyle uğraşmaya başladı
.
12 Nisan gecesi, birçok kimse çarşıdan ve işyerinden dönüp, yemekten sonra evlerinde istirahat ederken, ezani saatle saat birde, (Akşam ezanından bir saat sonra) tekrar şehirdeki bütün halk arasında, korku ve büyük endişeye yol açan deprem başladı. Depremin ilk darbesi hafifti, fakat bir dakika kadar geçtikieıı sonra, çok şiddetli olarak tekrarlandı ve on saniyeden fazla sürerek, yeraltından uğultular ve gürültüler geldi. Topların korkunç gürültülerle, toprağın altını sarstığı intibaını uyandırıyordu. İlk sarsıntılarda fena bir koku da her tarafa yayıldı sonra azalarak kayboldu.
Herkes evlerinden, hanlarından ve kapalı çarşılardan dışarı kaçışıp, meydanlara ve bilhassa bahçelere toplanmaya başladı. Bulutlardan hafif yağmur inmekte ve insan çığlıklarıyla ah u efgan göğe çıkmaktaydı. Erkek, kadın herkes, Allah'a yalvararak hıçkırıkla ağlamakta idi. Hele çocuklar... Onların hazin ahu zarları dehşetle birleşerek mahşer gününü andırıyordu.
Kışın sonu olmasına rağmen, birçok ailenin mangalı, tandırı ve sobası sarsıntılardan devrilerek muhtelif yerlerde yangınlar çıkardı. Bunların en büyüğü Kayağan Çarşısı'nda vuku buldu. Yangın birçok kola ayrılarak ve yer yer şiddetlenerek, ateşten sütunlar gibi göğe yükseliyordu, Bursalıları ikinci bir ümitsizliği sevk etti. Bazı taraflarda yer çatlayıp hendekler açılmıştı. Yıkıntılar sokakları doldurarak, geliş-gidişi aksattı. Setbaşı Köprüsü tamamen yıkıldı; Irgandı'nın dükkânları harap oldu.
Bu sebeple bilhassa Ermenilerin, Gökdere'nin bir tarafından diğer tarafına geçmesi imkânsız hale gelmişti. Büyük Çarşı yangını ise, derenin sol tarafında idi. Bir yönden sarsıntıların devam etmesi ve yeraltı uğultuları, diğer yönden de halkın çığlıkları ve ah u figanları, yangınların ve yıkılan binaların çatırtıları, ahaliyi çok korkuttu. Hiç kimse bulunduğu yerden uzaklaşmaya esaret edemiyordu. Bilhassa kadınlar ve çocuklar çığlık atarak, erkeklerin ve sevdiklerinin başka yerlere gitmelerine müsaade etmiyorlardı. Diğer taraftan yangın, Büyük Çarşı'nın bütün dükkânları ile birlikte bütün şehri tehdit ediyordu. Bu felaket, zanaatkarların ve dükkâncıların son nefesini de tüketiyordu. Bu meyanda, yıkılan Kayağan Camiî'nin Batı tarafında bulunan kahvehanede yandı.
Dükkân sahipleri ve zanaatkarların içi yanıyordu. Bu sebeple, birçok kimse geceyarısı; sanki akıllarını kaybetmişçesine sarsıntı ve yıkıntıları görmezden gelerek, çarşıya yangın taraflarına doğru gittiler ve canla başla ateşi söndürmeye çalıştılar. Diğer taraftan, yıkıntıların altında sağ kalanları kurtarmaya gayret sarfediyorlardı. Yıkıntı altındakiler, "Bizi kurtarın" diye haykıyordu. Bazı yerlerde, artık yanacak bir şey kalmadığı veya yüksek duvarlara, kârgir hamamlara ve yıkık hanlara rastlandığı için, yangın kendiliğinden sönüyordu.
Şafak söküp, güneş doğduktan sonra yolları ve herşeyi görmek mümkün oldu. O zaman, herkes yangın mahalline gitti. Yardımlar çoğalıp, ümitsiz gayretler sarfederek, on sekiz saat süren tahribattan sonra, birçok yere yayılan ve büyük zararlara sebebiyet veren yangın söndürmeği başardılar. Canlar-bitkin, güçlü-kuvvetli; kollar ise, tarifsiz yorgun ve takatsiz haldeydiler. Buna rağmen; kendi derdini bırakıp, cefaları hiçe sayarak, tekrar harabelerden yarı canlı kimseleri ve tanınmaz hale gelen, ezilmiş veya yarı yanmış cesedleri; şuuru yerinde olanları ve olmayanları meydana çıkardılar. Keza, çadırlar kurdular veya çadır bezlerini açık meydanlarda veyahut bahçelerde gererek, aileleri barındırdılar. Dört, altı veya sekiz aile birden dar bir yerde, bir tek çadır altında sığınmışlardı. Mahdut miktarda bazı kimseler, evlerinde oturmak cesareti gösterdi.
Deprem haftalarca devam etti ve sevdiklerini kaybedenlerin yürekler sızlatan âh u zarı sona ermedi. Bu defa hanlar,minarelerin üst kısımları, camiler ve birçok hamam, sayısı ev ve dükkân, yananlar hariç, yıkılıp, harap oldular. Aylarca yanık kokusu kaybolmadı. Bazı yerlerde yeni çeşmeler peyda oldu; bazı yerlerde çeşmeler kurudu. Mart ayında vuku bulan birinci depremden sonra, kurumuş olan ve Kükürlü denen kaplıcanın erkekler ve kadınların kullandığı iki hamamın suyu yeniden ve daha bol akmaya başladı. Kırlarda bile, korkunç görünümlü çatlaklıklar açılmıştı. Bazı cesim ve yaşlı ağaçlar devrilmişti. İkinci sarsıntıda tamamen yıkılan önemli binalar, Davullu Camiî, Hisardaki Manastır Camiî ve Kayağan Camiî oldu.
Valilik ekmek ve gıda ihtiyaçlarını derhal temin etti. İstanbul'da şimdi İstanbul Valiliği olan, Babıâli; yani başbakanlık binasında Bursa depreminin raporunu alan Sadrazam Keçecizade Fuad Paşa çok üzüldü. "Eyvah, Osmanlının Dibacesi yıkıldı." dedi. Vezirlerin yüzü kederden kapkara oldu. Sultan Mecid'in başkanlığında Divan toplandı. Hükümet kararı ile kazazedelere yardım yetiştirmek üzere harekete geçildi. Derhal çadırlar; para, ilâç ve sair ihtiyaç maddeleri gönderildi. Hiçbir ayırım veya ihmalcilik yapmadan, bütün milletlerin muhtaç ailelerine dağıtıldı. Bursalıları teselli etmeye gayret sarfedildi. Göç etmek isteyenleri, İstanbul'a ücretsiz nakletmek için, iki gemi tahsis edildi. Birçok kimseler de civar şehirlere, Bandırma, Kütahya gibi yerlere, hicret ettiler.
Bu felâket günlerinde, Bursa'da dolaşan asılsız şayialar, halk arasında yeni endişelere ve ümitsizliğe sebeb oluyordu. Güya; yerin hareketlerini bilen âlimlerin kehanetlerine göre, Bursa şehri tamamen yerle bir olacaktı. Bir gün, mülkî idarenin münadileri halkı meydanlara; Büyük ve Küçük Teferrüc'e, Büyük Mezarlığa, Çamlıca'ya, Kurdoğlu Mezarlığı'na, Işıklar'a, Bademliye, Atıcılara, Acemler'e ve sair yerlere çıkmalarını bağırdı. Birçok kimse Yunus Peygamber gibi şehrin harap olmasını bekledi.Fakat akşam, söylentilerin mesnedsiz olduğuna kanaat getirerek, karanlık bastıktan sonra, halkın bir kısmı evlerine, birçok kimse de çadır ve kulübelerine döndüler.
Bir ay sonra sarsıntılar tedricen azaldı. Bazı insanlar evlerine döndüler. Fakat çoğu, yaz mevsiminin sonuna kadar çadır ve ahşap barakalarda kaldı. Kış mevsiminde hiç kimse açık havada, ikamet etmedi. Evlerinin taşlık ve üstündeki ahşabın sağlamlığına inanan kimseler, evlerine yerleştiler.
(Kaynak: Dr.Nazım İntepe BeyefendininDibace isimli eserinden)
Ulu Cami'nin Kubbeleri Çöktü
Yirmi kubbeden on yedi tanesi tamamen ya da kısmen çöktü; şadırvanın üstündeki kubbe zaten açıktı. Mihrabın üstü kubbe ve kuzey batı köşesindeki kubbe çökmedi. Bu iki kubbenin dört köşesine bakarsanız bugün bile diğer kubbelerin köşe bağlantılarından farklı olduğunu göreceksiniz. Batı minaresi kaidesine kadar, kuzey duvarı, taçkapı dâhil tamamen yıkıldı. Doğu minaremiz yıkılmadı.
Dünyada bir benzeri daha olmayan, bir söylentiye göre Kur'an ayederinin sayısına nazire olarak 6666 parçadan yapılan, yapımında çivi ve tutkal kullanılmayan, birbirlerine sert geçmelerle yani kündekâri ahşap işi olan mimberimiz ayakta idi. Altın varaklarla yaldızlanan mihrabımız yıkılmamıştı.
Anlamıştık ki, Osmanlı'nın dördüncü Beyi o şanlı, fakat talihsiz sultan Yıldırım Bayezid Han'ın samimi duygu ve düşüncelerle yaptırdığı Ulu Cami gelecek nesillere de kalacaktı. Onların da öğüncü, güçlerinin sembolü olacaktı. Yapılan bu ulu mabet ve abide Devleti Aliyeyi Osmanî ve yüce dinimizin büyüklüğünü daha yüzyıllarca gelen geçene söylemeye devam edecekti.
1855 bursa depremi tarihi kayıtlarda tek değil, iki adet deprem olarak geçer.
ilk deprem 2 mart 1855 akşam saat 9 civarlarında meydana gelmiş. depremden önce şehrin üzerini bir anda kara bir bulutun kapladığı ve bardaktan boşalırcasına yağmur başladığı gibi bilgiler yerel halk tarafından kayda geçirilmiştir. merkez üssü olarak kemalpaşa ilçesi olarak tahmin edilmekle birlikte, büyüklük olarak tahmini 7.5 kayda geçilmiştir.
ikinci deprem 12 nisan 1855 gece saat 1 civarında meydana gelmiştir. 1 ay önceki depremin artçısı olarak tahmin edilen depremin büyüklüğü 7.0 merkez üssü ise çalı- osmangazi bölgesi olarak tahmin edilmekte.
iki depremle birlikte bursa'daki binaların ve köprülerin çoğu ya büyük hasar almış ya da enkaza dönmüş. ikinci depremle birlikte çarşı bölgesinde büyük bir yangınında meydana geldiği söylenmekte. ölü sayısı ise 1500 civarında olduğu tahmin edilmekte.
ilki 2 mart'ta, ikincisi ise 12 nisan'da gerçekleşen, bursalıların küçük kıyamet dediği 1855 depremleri ve ardından çıkan yangılar neticesinde evler, dükkanlar, hanlar, hamamlar ve camilerle birlikte osmanlı'nın ilk üç hükümdarının türbeleri de bütünüyle yıkılmış.
Bu depreme kadar varlığını beş yüz küsür yıl boyunca sürdüren osmanlı imparatorluğu'nun kurucusu osman gazi'nin (öl. 1324) gömüldüğü* bursa st. elias manastırı'nın şapel kısmı, 1801'deki bursa yangınından iyi kötü bir şekilde** paçayı yırtmış ama 1855 bursa depreminde tamamen yıkılmış. şu anki türbe ise 1863 yılında sultan abdülaziz tarafından yaptırılmış.
Kaynak:Çeşitli kaynaklar
YAZI İŞLERİ 27 Ocak 2025 Pazartesi, 16:55
Yorumlar
Öne Çıkanlar
Diğer Haberler